25 Ağustos 2020 Salı

Vedalaşılanlar

 Zaman benden pek çok şey götürdü. Ne yazık ki götürdüğüne en çok üzüldüğüm şey ise hikaye yazma yeteneğim. Tabi ki bu blogla asla vedalaşmayacağım. Her ne olursa olsun yazmayı bıraksam dahi burası benim bir parçam. Ve hatta geçmişe baktığımda buraya girip eski yazdıklarıma baktığımda kendimle gurur duymamı sağlayan ender detaylardan biri bu blog. Neyse gelelim bugün bu saatte neden burada olduğuma. Çünkü artık yatmadan önce düşündüğüm şeylerin zihnimi ele geçirmesinden çok yoruldum. Çünkü artık kendimi hissedememekten çok sıkıldım. aslına bakarsınız epeydir böyle bir terapiye ihtiyacım vardı. Hikayelerin arkasına sığınarak içimi dökmeyi denedim geçtiğimiz ay. Fakat sadece taslak olarak yerini alabildi. Üzücü, biraz. Benden giden koparılan şeylerin yanında sanırım en ufak kalanı hikaye yazma yeteneğim, kabiliyetim olacaktır. Neyse.

Hayatımı hep bir kaçış içerisinde duygularımı belli etmemek üzerine kurdum. Kahkahalarımın, gülüşlerimin arkasına sakladım acılarımı. Kalbimin yandığını hissettiğim zamanlarda bile işi dalgaya vurdum ve devam ettim. Hala ediyorum hoş gerçi artık acılarım çok daha az. Haliyle mutluluklarım da  azaldı diyebilirim. Dünyanın en dışa dönük insanı gibi görünsem de her şeyi içimde yaşadım, içime attım. Kısacası beynimle kalbimin savaşı hiç bitmedi, biteceğe de benzemiyor bu gidişle. Her zaman duygularıma kulak verip sonucu mantığıyla getiren bir insan oldum. Böyle olmak hayatta isteyeceğim belki de en son şeydi ama oldu. Çünkü korktum. İncitilmekten, acı çekmekten, üzülmekten... Bunlardan bu derece korkarken yine kendi aptallıklarım yüzünden bunlardan kaçamadım. sanırım hiçbirimiz bu korkulardan kaçamıyoruz ehe. Bugün bu saatte bu satırları yazmamda en büyük payı olan sebep ise duygularımı hissedememem. Hiçbir şey hissedemiyorum. Mutlu muyum, üzgün müyüm, bu hayata inanılmaz kızgın mıyım bilmiyorum. Tek istediğim son zamanlarda her şeyden uzaklaşmak. Büyürken kaybettiğim o eski Benay'la karşılaşmak bir yerlerde. Belki kendi içimde belki başkasının gözlerinde bulurum onu. İnanın bilmiyorum. Devamlı düşünmekten ve bunun vermiş olduğu yorgunluktan aşırı yoruldum. Sadece yolunda giden şeylerin olmasını istiyorum. İşim, aşkım, huzurum... Bunlar yerinde olsa sanki bir şeyler biraz çözülür gibi geliyor. Belki de çözülmez. Böylece ölür giderim, kendisini kaybetmiş bulamamış ve bunun derin üzüntüsünü yaşayan bir kararsız olarak. Kararsızım çünkü kaybettiğim kişi olmak isteyeceğimi bu saatten sonra gerçekten ister miyim bilmiyorum. Çünkü ondaki kafayla şimdiki hayatında çok acı çeker. Belki acı çekmek de iyi gelecektir ama ne gerek var şimdi? Dimi ama.. Tamam tamam kararım kesin. Kaybettiğimiz Benay sonsuza kadar kayıp olarak kalabilir. Şu an ki halimle de mutlu olmanın bir yolunu bulacağım elbet. Vedalaşılanların ilk sırasında kayıp Benay var. Yolun açık olsun güzelim, ileride bir gün eğer içimde karşılaşırsak selamlaşırız başka birinde rastlarsam sana o zaman onunla da selamlaşırım. Elveda Benay. 

Tabi bahsi geçen veda kararları şaaaaaak diye bugün alınmadı. Kafamda epeydir olan düşünceleri bugün dökmek istedim yazıya, öyle ya da böyle. Gelelim sıradaki vedamıza. Beyler, sizle vedalaşmak için geç bile kaldım. Beyler de eski ilişkilerim, öyle ya da böyle bir şekilde hayatıma girmiş, hayatıma dokunmuş, ağlatmış, güldürmüş olanlar. Hepinize elimden gelse teşekkür mesajı atardım ama aynı zamanda hepiniz de amınakoyim. İnsanlar hayatlarımıza giriyor, çıkıyor. Geriye tecrübelerimiz kalsa da çalınan duygularımız da olabiliyor. Kimseyi suçlamak istemiyorum. Bu benim davam ama kabul edelim sizlerin de büyük etkileri oldu. İyi ki olmuş demekle birlikte yineliyorum hepinizin amınakoyim. En temizinden bir veda size gerekiyor. Bütün kapılarımı kapatıyorum geçmişimin. Hoş çoktan kapattım zaten ama elimde olsa şu an balkondan çıkar bağırırım kapıları kapattım gidene yalllllaaaaaahhhh gelene hoş geldiniz... Neyse uzatmayalım. Elveda Beyler. 

Sanırım bir veda da iyi niyetime, herkesi kendim gibi sanma yanılgıma gelecek. Başıma ne geldiyse bu aptallık yüzünden geldi çünkü. Elveda gereksiz iyi niyetim. Herkesi iyileştirme için sarf ettiğim fakat başına buyruk götüne kuyruk insanlar yüzünden asla değeri bilinmeyen çabam. Ayyyyneeeennn öyle ne bok yerseniz yiyin sizinle mi uğraşayım bir de. Göt kuyruk falan derken aklıma geldi bir veda da neden arkadaşım olduğunu bilmediğim insanlara gelsin. Yanlarında kendimi kötü hissettiğim insanlara arkadaş dememin bir anlamı olmadığı gibi onların yanında olmamın da bir anlamı yok. 

Bu bir aydınlanma yazısı değil umarım anlamışsınızdır. Zaten her gece düşündüğüm şeyleri bugün son kez yazarak düşünmek istedim. Sonrası için güzel planlarım var kafamda. Belki bir gün onları da yazarım demek isterdim ama hayallerimi paylaşmaktan hoşlanan biri olmadım. Sırf bu yüzden bazen insanların gözünün içine baka baka yalan söylemişliğim bile var, aramızda kalsın. Vedalaşmak istediğim daha pek çok şey var aslında. Onlarla da vedalaşırsam ortada bir Benay kalmayacağı için kendimi olduğum gibi kabul ederek dış faktör olarak nitelendirdiğim her şeyden vazgeçiyor ve vedalaşıyorum. 

Bu kadar vedalaştıklarım varken şu an hissedemezsem de içimden hiç gitmesini istemediğim duygular da var tabii. Aşk, sevgi, tutku.. Nolur bırakmayın beni. Size sahipken olduğum insanı çok seviyordum çünkü. Kendisiyle bir daha görüşmeyi çok istiyorum. Yollarımızın ayrılmasını asla istemediğim kimi zaman ailemden bile daha yakın hissettiğim sayıları çok olmayan ender arkadaşlarım var. Kendilerini bildiklerini biliyorum. Umarım hayatın gücü yollarımızı ayırmaya hiçbir zaman yetmez. 


Şimdilik benden bu kadar. 

Sizde umutsuzluğa alışmayın, yatağa küs girmeyin...

11 Kasım 2019 Pazartesi

Kayıp Çığlık


Hanımefendi! Hanımefendi!

Biri ona mı sesleniyordu. Sıkıla sıkıla kulaklıklarını kulağından çıkardı. Şehrin bütün gürültüsünün kulağına dolup müziğin etkisinden çıkmayı bekledi. Ama hayır dışarısı sessizdi. Hem de çok sessiz. O zaman kim seslendi ona? Arkasını döndü sanki koşmuş yorulmuş gibi bir havası olan bir adam ona doğru duruyordu.
"Kulaklıklarınız varmış kulağınızdan. Ben de size sesleniyordum deminden beri."

Gereksiz sohbetlerden hiç hoşlanmazdı. Sabit bir bakış ve sabit bir ifade ile çocuğa baktı. Ne istiyordu bu yabancının derdi neydi? Neyse ki çok geçmeden adam devam etti. 

"Sizi, sizi metrodan çıkarken gördüm. Cebinizden bunu düşürdünüz. Seslendim duymadınız." 

Çocuğun elindeki tanıdığı mor keseye öylece baktı. Nasıl olur da bunu düşürüp fark etmezdi. Daha doğrusu nasıl bunu düşürebilirdi. Kendine çok kızdı. Ama karşısındaki adama kızması hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Metronun kırmızı çıkış ışığı yüzüne vururken adama doğru bir adım daha yaklaştı. 

"Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim." sohbetin burada bitmesini umup yoluna devam edecekti ki karşısında duran bu yakışıklı adamın ona doğru bir adım daha yaklaştığını fark etti. 

"Şey.. Yağmur bastıracakmış diyorlar. Hava da karardı. Vaktiniz varsa diyorum. Size bir kahve ısmarlayabilir miyim?"

Bu ne cürret diye düşündü içinden. Alt tarafı düşürdüğü bir şeyini ona verdi diye kahve mi içecekti tanımadığı biriyle? Sonra mor kesesini düşündü. O olmadan ne yapardı? Tamam demekten ne kaybedebilirdi ki? Sessizce tamam, aslında güzel olabilir gibi bir şey fısıldadı. 

"Hazır Geziparkı çıkışındayken İstiklal'in ara sokaklarında birinde çok güzel bir kafe var ortamı bana hep, hem hüzün hem de huzur vermiştir. Oraya götürmek isterim sizi."

O an hata mı yapıyorum diye düşünmeden edemedi. Ama ışıl ışıl gözleriyle genç adam ona o kadar güzel bakıyordu ki reddetmek imkansız bir hale geliyordu. İlginçti, normalde hiç Geziparkı çıkışından çıkmazdı metronun, bugün canı değişiklik istemişti. Bu tesadüf çok sıradan mıydı yoksa hayat değiştiren o küçük büyülü anlardan biri miydi? Bunu şuan bilmeyi çok isterdi. Ama o zaman yaşamanın ne anlamı kalırdı ki. Yaşamı güzel ve çekici yapan da bu değil miydi zaten? Belirsizlik.. Gizem.. Bu hikayenin sonunu bilseydi yaşaması anlamsız olurdu. Hikayesi kötü sonla bitse bile yaşamak güzeldi. Reddetmedi. Sessizce beraber yürümeye başladılar. Çok geçmeden genç adam -ki laf arasında kendine kızarken aptal Ali demişti- konuşmaya bir şeyler anlatmaya başlamıştı bile. Ali o kadar hızlı ve o kadar çok şey anlatmıştı ki biran duraksayıp 
"Özür dilerim, heyecanlı olunca çok konuşurum. Sıktım seni de" deyip hangi sokaktan gitmeleri gerektiğini eliyle gösterdi. Ama o yolu zaten biliyordu. Hatta gittikleri yerin de Mavi Rüzgar olduğuna adı kadar emindi. Çünkü kendi de buraya hep bu sokaktan sapıp gelirdi. Ali'nin mahcup hissetmesini istemedi. "Yok hayır, ben de pek konuşkan bir insan değilimdir kusura bakma." dedi. O an Ali'nin gözlerine baktığında uzun zamandır görmediği bir şeyi gördü. Huzur, mutluluk, aşk.. hepsinin karışıp gözleri ışıl ışıl yapan o büyü.. Evet iki çift gözün arkasından göz kırpıyorlardı ona, biz burdayız bak daha ölmedik dermişcesine. Hayır hayır hayır hayır! Aynı şeyler olmayacaktı. Sessizliğe hala anlam veremiyordu. Sanki şehir terk ediyordu kendisini. Sanki Galata'nın cenazesi kalkıyordu Kız Kulesi'nden. Ali'den duyduğu yağmurunu hatırladı. Korkak İstanbullular böyleydi işte ödleri kopardı ıslanmaktan. Oysa bu şehrin tadı en çok yağmurla çıkıyordu. Oysa bu şehir yağmurla benliğini hatırlıyordu. Geldik diyen Ali'nin sesiyle düşüncelerine ara verdi. Evet, tahminleri onu şaşırtmamıştı. Mavi Rüzgarın kapısının önünde duruyorlardı. Tam o sırada yağmur sanki daha önce bu şehre hiç yağmamış gibi bütün hızıyla yağmaya başladı. Hemen içeri girdiler. İçeri adım atar atmaz şaşkınlığını saklayamadı. Ne Ali'den ne kendinden.
"Ne olmuş buraya?!"
Ali de şaşkın şaşkın duvarlara öylece bakıyordu. Alışık oldukları masmavi duvarlar siyaha boyanmıştı. Eskisi gibi kalan tek şey altında belirli belirsiz "Her mutsuzluk biraz mutluluktur." yazan şu ölen kafe sahibi güzel kadının gizemli fotoğrafı.. Her ne kadar o bu fotoğrafın hikayesini yüzlerce kez dinlemiş olsa da fotoğrafın hala gizemli bir yanı vardı. Mor küçük kesesi. Mavi'sinden ona kalan tek hatırası. "Bak.. Bak bu kesenin içine umudumu, hayallerimi, sevgimi fısıldadım. Biliyordun Rüzgar'dan önceki halimi hadi al sende dursun belki bir Rüzgar da sana eser he ne dersin?" diye küçük bir kahkaha patlatıp eline tutuşturmuştu Mavi bu küçük mor bozuk para kesesinini.
Ah Mavi.. Bu kafe o yüzden iyi hissettiriyordu ona. Hayatının hep kötü yönünü görse de bu kafenin olumlu yanının görebiliyor hissedebiliyordu bu yüzden. İçi burkuldu. Mavi Rüzgar yerini karanlık ve sessizliğe bırakmıştı.  Sözü düşüncelerinden Ali aldı ;
"İki sene önce" dedi.. "İki sene önce alkol geldiğinde bir şeylerin değişeceğini biliyordum. Ama bu kadarı fazla." dedi. Sinirli miydi yoksa gerçekten onun kadar üzülmüştü mü Ali bu duruma bilmiyordu. Mavi Rüzgar eskisi gibi değildi..

Yine de oturdular.
Yine de içtiler.
Yine de sevdiler.
Yine de öpüştüler.
Yine de seviştiler.
Yine de öldüler.




Mavi Rüzgar. Sonların en güzel başlangıcı, başlangıçların en güzel sonu... kayboluşların, yok oluşların daimi mekanı.. Onların sonu mu olacaktı? Başlangıcı mı? Bilemezlerdi. Kimse bilemezdi. Zaten bilseydik bu hikaye anlamsız bir hale gelirdi.

Unutmadan, çığlıklarınızı kaybetmeyin. Umutsuzluğa alışmayın, yatağa küs girmeyin!

17 Nisan 2019 Çarşamba

Moonlight Sonata

Geri döndüm!

Gecenin karanlığına karışan ruhuyla sokakta bir başınaydı. Rüzgar saçlarını usulca dalgalandırıyordu. Bunlara aldırış edecek ne gücü vardı ne de zamanı. Hayata hep geç kalmışken bir de bunları umursayıp vakit kaybedemezdi. Köpeklerin gecenin bir vakti neden havladığına dikkat kesilecek vakti de yoktu. Sadece yürüyordu. Nereye gittiğini bilmediği ve muhtemelen asla bilemeyeceği bir sokakta tek başına yürüyordu. Her zaman olduğu gibi yine tek başınaydı. Çünkü hayat yalnız başına savaşılan bir savaştı. Yıllar canını yaka yaka öğretmişti bunu ona. Ne zaman ki kendini yalnız hissetse bunun bir güçsüzlük değil güç göstergesi olduğunu adı kadar iyi biliyordu artık. 

Her şeyin yalan olduğu bir oyunun içindeydi. Ve o sahnenin ortasında selamını tek başına veren mükemmel bir oyuncuydu. Deniz kenarına indi ve usulca sigarasının ateşle olan dansını izledi. Masmavi görkemiyle karşısında duran deniz nasıl da gece rengine bürünmüştü. Karanlık nasıl da yutuvermişti engin maviliği. Şimdi onu aydınlatan tek şey gökyüzündeki muhteşem aydı. Yer yer simsiyah rengini saf beyaza bırakırdı. Fakat biliyordu ki ayın ışığı bile güneşten çalıntıydı. Aya bile güven olmazdı. Ne yapıyordu bu saatte, bu soğukta deniz kenarında? Sadece düşünmek için mi gelmişti gerçekten? Yoksa onu buraya iten bir güç mü olmuştu? Yürüdü. Kulağına o muhteşem melodi çalındı "Moonlight Sonata". Ne yani şimdi de olmayan sesleri mi işitir olmuştu?  Sesin geldiği yere doğru ilerlemek istedi fakat sanki atmosferin tamamında yankılanıyordu bu melodi. Yürümekten vazgeçip olduğu yerde öylece durdu. Gözlerini denizin ay ışığıyla kucaklaştığı noktaya dikti. Ses... Ses sanki şimdi daha net, en az ay ışığı kadar görkemli bir şekilde çalınıyordu kulağına.

Ses denizden mi geliyordu? Daha neler?!  Uykusuzluğunun ona oynadığı oyunlardan biriydi muhtemelen. Deniz kenarından yukarıya doğru yürümeye karar verdi. Ses biran olsun peşini bırakmıştı. Evet, susmuştu. Neden sonra koca sokak boyunca tek hafif sarı ışık yayan bir evin bir odasından geldiğini düşündü sesin. Oradan geçerken karanlıktaki ruhuyla kesişmişti sanki bedeni. Tüyleri ürpermiş, içi titremişti. Hayır, rüzgar saçlarını dalgalandırmayı bırakmıştı üşümüyordu. Ses.. Ses kulağından çok sanki ruhunda yankılanıyordu. Evet, bu evde bir şey vardı. Ve evet ses kesinlikle buradan geliyordu. 

Ne yapacaktı? Gecenin bir vakti bir hırsız, sapık gibi eve dalıp öylece kimin çaldığına mı bakacaktı? Bunları düşünürken kendini çoktan ışığı yanan tek evin kapısında bulmuştu. Tek duyabildiği Moonlight Sonata'ydı. Hatta öyle ki düşünceleri bile susmuş bu melodiyi dinliyordu. Bir gariplik vardı. Evin kapısı aralıktı ve adeta içeri girmesini davet eden bir ruh vardı. Düşünceleri melodiyi dinlerken o bir adımını içeri atmıştı bile. Loş sarı ışık sadece piyano duran çok da büyük sayılmayan bir odayı aydınlatmaya çalışıyordu. Aydınlatmaya çalışıyordu çünkü o kadar loş bir ışıktı ki bu ne ışığın neredem geldiğini çözebilmişti ne de piyanonun başında birisinin oturduğunu. 

"Hoş geldin!"
Melodi hala sürerken bu iki kelime gecenin sessizliğinde sessiz bir çığlık gibi yankılanmıştı. Sesin sahibi muhtemelen piyanonun başındaki adamdı. Cevap vermesi gerekiyor muydu? Bunu düşünmeden 
"Hoş buldum!" diye cevap verdi sese. Sanki zaten senin kime ait olduğunu biliyordu. Ama hayır bit yabancıydı bu. Gecenin bir yarısında piyano çalan bir yabancı. 
"Neden orada duruyorsun? Gelip yanıma çalsana!" 
Kesinlikle tanıdık biri olmalıydı. Yoksa onun yıllar boyunca piyano çaldığını nereden bilecekti. Sahi ya ne zamandır basmıyordu o tuşlara , ne zamandır ruhunu böylesine bir sakinliğe emanet etmiyordu da ruhunun geceyle mutluluğuna izin veriyordu? En son ne zaman yaşamıştı? Adamın söylediğini yaptı. 

Yanına oturdu. Sabah olana kadar çaldı.

Sabah olduğunda ne ruhu ne de kendisi vardı. 




3 Şubat 2019 Pazar

"Bilemedim"

Ne yazık ki hikaye yazacak kadar gücü kendimde bulamıyorum. Daha doğrusu şu ilham biraz arayı fazla açtı. Aslında aklımda birkaç bir şey var olmasına ama insanın kafası ne kadar doluysa o kadar zor oluyor düşünceleri yazıya dökmek.

Önceden bilemediğim yeni yeni fark ettiğim bazı şeyleri paylaşmak istedim. Sizi hiç ilgilendirmez gerçi de belki satır aralarına ruhunuz kaçmıştır.

Hiçbir zaman çizgimi bozan bir insan olmadım. Ama fark edemediğim şey çizgimi ne zaman çizmiş olduğumdu. Çizilen bir çizgi hiç mi değişmezdi? Değişirse ben, ben olmaz mıyım? gibi zibilyon tane saçma sapan düşüncelerle boğuşurken anladım ki bir şeyleri değiştirmek iyi hissettirecekse değişim de iyidir. Kimse anlamaz diye düşündüm. Kimse anlamadı. İnsanlara dair tek sevdiğim şey belki de bu. Anlamazlar!  Beni şu yaşıma gelene kadar üzen, sıkan, mahveden şeyleri affetmeye çalışarak başladım işe. İçimden hep başaramayacağımı düşündüm. Ama başardım. Hem de hiç zorlanmadan. Helal be bana. Şaka bir yana geçmişle barışmak üzerinizden tonlarca yük götürüyor. Affedeci olmak da buna biraz daha tat katıyor. Bazı özelliklerimi bu yüzden aynı bırakmaya karar verdim ben de. O şefkatli, affedeci, enerjik küçük kız çocuğu hiç gitmeyecekti mesela. Ya da her şeyin karşısında İŞTE BU BENİM diye ayakları yere basan kendinden emin o olgun kadın hiç çıkmayacaktı içimden.
Şu pes eden, mücadele etmeye isteği olmayan, alıngan sevimsiz küçük kızı atmak lazımdı içimden. Çünkü bu çocuk aynı zaman da kimi zaman inanılmaz negatif olup mutsuzluk saçıyor. O geçmişinde yaşamaya bayılırdı mesela. Olmayan, olamayan olaylara kafa yormaya bayılır, kılı kırk yara yara düşünürdü. Şimdi onu kovmaya başladığım bu süreçte ufak ufak terk ediyorum bunları.

Bilemedim.

İçimde bu kadar çok "ben" olmasaydı biliyorum ki bu hikayelerin hiçbirini yazamazım. Son zamanlarda anlamsızca rap dinliyorum kaldı ki hiç tarzım değildir her neyse bir şarkıda "Bazen seni yıkan şeyler eder tekrar inşa" tarzı bir şey diyordu. ULAN dedim. Şuan bana olan şey de tam olarak buydu. Geçmişte beni kıran, üzen, canımı acıtan ne varsa şuan beni tekrar inşa ediyordu. Üstlerine alınacak olan insanlar olacaktır. Hay hay efendim. Kötü bir şey demiyorum zaten. 

Bilemedim.

He değişimin en sevmediğim yanı sanırım birazcık umutsuzluğa kapılmak, yatağa  küs girmek oldu. Yani çoğu zaman sanki hayatta yapabileceğim her şeyi yapmış yaşlı bir teyze gibi hiseddiyorum kendimi. Aşka aşık olan ben yağmurdan bile keyif almıyorum artık. Bunlar üzücü detaylar. Aşk, sevgi bomboş altı bir daha asla doldurulamayacak kavramlar halini aldı. İşin bir kötüsü de geçmişimle biraz fazla barışınca geçmişteki her şeyi unutmak oldu sanırım. İyi şeyleri de kötü şeyleri de hatırlamak çok güçleşiyor. Düşününce hiç olmamışım, hiç sevmemişim, hiçbir zaman hiçkimsenin arkasından ağlamamış gibiyim. Alasını yaptım, alasını yaşadım. Duygularımı en en uçlarda yaşamışken şuan bir şeyler hissedememek beni biraz üzmüyor desem büyük yalan söylerim. 

Bilemedim.

Bir umursamazlık var üstümde. Hiç böyle olmazdı. Kendimce büyük gördüğüm konuları kafama takmaktansa gidip miniminnacık şeylere dertlenip kafa yormayı tercih ediyorum. Umarım bu yüzden asla pişmanlık yaşamam. Hiçbir zaman keşke demedim. Umarım bundan sonra da demem. Keşke demiş olsaydım biliyorum  ki şuanki benliğime ulaşamazdım. Daha doğrusu zaten böyle bir ben hiç olmazmış. Şuana kadar bir kez bile boynumu eğdirmedi hayat. Bu saatten sonra da sıkar zaten. Düştüğümde bile çenem gökyüzünü seyrediyordu. Düşmekte sıkıntı yok. Yine düşer yine kalkarım. İnsan hop deyince güçlü olmuyor.

Bilemedim.
Belki de hepsi kocaman bir yalandır.



Minik bir sessizlik,
Umutsuzluğa alışın, yatağa küs girin.
Ya da siktir edin nasıl mutlu olacaksanız.

29 Ağustos 2018 Çarşamba

Kırıklıklar

Afilli kelimelerden, sonsuz ruh bunalımlarından doğan yepyeni bir hikaye. 
Karşınızda Sessiz Çığlıklar Kumpanyası'nın biricik sahibesi! 

Yürüyordu. Yalnızdı, mutsuzdu ama keyfi yerindeydi bir şekilde. Yürümeye devam edip sonsuzluğu anımsatan o biricik denizine kavuştu. Gecenin bu saatinde duyabileceğiniz tek ses dalgaların kıyıyı okşayışının sesiydi. Tıpkı saçlarını okşayan bir sevgili gibi okşuyordu deniz kıyıyı. En az bu his kadar huzur vericiydi gecenin bir yarısı bu sesi dinlemek. Yalnız olmak ne kadar değiştirebilirdi bu gerçeği. Yalnız olmak ne kadar zarar verebilirdi ki ona. Etrafındaki insanlardan daha az zarar vereceği kesindi. Huzursuz bir mutluluk sarıyordu şimdi etrafını. Yüzünde klasik yalan gülümsemesi. Hayatında klasik yalanlar. Koca bir yalanın içindeydi. Hayatını hep dışarıdan izliyordu. Her zaman olduğu gibi. Aynada gördüğü yüze küskündü o. Hayatını yaşayan insana küskündü. Hayatını zehir eden insanlara küskündü. Sigarasını yakarken kağıtla ateşin o muhteşem buluşmasındaki sesi bile duydu. Ancak bu kadar sessiz gecelerde şahit olabileceğiniz bir sesti bu. Ancak düşünceleriniz yeteri kadar suskunsa duyabilirdiniz bu sesi. Ancak kendinizle verdiğiniz savaşa kaybettiyseniz işitebilirdiniz sigaranızın yanış sesini. Onun da beyninde kocaman bir gürültüyle yanmıştı sigarası. Her şeye rağmen buradaydı. Hala kendi ayaklarının üzerindeydi dizleri titrese de. 
Düşünmek artık ona son derece anlamsız ve gereksiz geliyordu. Düşündükçe sonsuz bir girdabın içine giriyordu. Daha derine ve daha derine yuvarlanıyordu. Kendini koruyamadığı tek şey düşünceleriydi. Kendi kendisinden düşünerek intikam alabiliyordu. Düşünmenin laneti buydu işte. Sizi içten içe yer bitirirdi. Yerinden kalktı. Deniz havasının kokusunun eşliğinde yürümeye başladı. O sırada tek el kurşun sesi duydu. Gecenin bu saatinde herhalde klasikleşmiş çete savaşlarından birini sesidir diyerek yürümeye davam etti. Rüzgar artık onu artık üşütecek kadar esmeye başlamıştı. Evine doğru yola koyuldu. Evinin önünde kırmızı lacivert yanan polis ışıkları, ambulansın bütün caddeyi aydınlatan durmadan dönen kırmızı ışığını gördü. Neler olmuştu? Hiçbirini tanımadığı komşularından birine bir şey falan mı olmuştu? Evinin girişi çevrilmişti. Yerde yatan bir kadın bedeni, elinde bir silah. Silah kafasının hizasında duruyordu. Komşularından biri intihar mı etmişti yani. Büyük cesaret. Biraz daha yaklaştı. Yerde yatan kendisiydi. Cidden kafayı mı yemişti? Mümkün olamazdı canım bu kadarı da. Hayattaydı işte yaşıyordu. Bütün olanları görebiliyordu. Hayır, hayır, hayır. Uykusuzluktandı. Evet öyle olmalıydı. Ama hayır kendi cansız bedenine bakıyordu. Sakinleşmek için yere oturdu. Şimdi de bir hayalet mi olmuştu? Kimse onu fark etmemişti bile. Kendisini yanına oturdu. Ruhunu öldürdün de kızım bedeninden ne istedin dedi. Sanki cevap verecekti de yerde kanların içinde yatan bedeni ona. Demek bu yüzden artık düşünmüyordu. Demek bu yüzden artık hissetmiyordu kendini. İyileştiğini sanırken ölmüş müydü yani? 
Hadi dedi bir ses o sırada. Hadi kalk da geceye karış artık.



21 Ağustos 2018 Salı

Mağlubiyetler

Unutmamamız gereken tek bir şey;
Her son yeni bir başlangıçtır.

Biten her şeyin bir sebebi vardır. Bittiğinde acı veren şeylerin bile bitmesinin aslında iyi bir nedeni vardır. Yaşıyorsak ve eğer hala hayattaysak ve ben gecenin bu saaatinde bu satırları yazabiliyorsam bunların da bir sebebi vardır. Biten aşklar, dostluklar hatta sona eren bir mutluluklar bile yepyeni şeyler getirecektir. Yeni başlayan şeylerin iyi mi kötü mü olacağını bilemeyiz. Hayatımızın nasıl bir yolda seyredeceğini önceden bilemeyiz. Bildiğimiz tek şey geçmişimizdir. Bütün sırlarıyla bütün hatalarıyla uzayıp giden geçmişimiz. Hatalarımızın sonucunu hayat bize bir şekilde muhakkak ödetir. Biz farkında olsak da olmasak da. Kırdığımız bütün kalplerin hesabını vereceğiz ölmeden. Yaşarken ne kadar düşünüyoruz? Ben bunu şuanda yaşıyorum ama neden? Ben şuanda bunu yapıyorum ama neden? Kaçınızın yüzde kaç umrumda bilemem ve emin olun bu satırları okuyan kimseyi de bu ilgilendirmez. Ama hayatım koca bir yokuştan ibaret ve ben sadece yuvarlanıyorum her defasında daha derine ve daha derine.
Mağlubiyetler bir şarkıdaki gibi giderek üzerime daha çok yakışıyor. Hayatım boyunca sadece ne yapmak istiyorsam onu yaptım. Mükemmel değilim, hiçbir zaman da olmadım. Ama şimdi durup baktığımda anlıyorum ki muhteşem bir bencilim. Sadece kendi acılarıma odaklanmakla o kadar meşguldüm ki karşımdaki insanlara nasıl acı çektirdiğimi  onları üzdüğümü, kırdığımı hatta bazen sinirlendirdiğimi asla fark edemedim. Ama hangimiz bunu yapmıyoruz ki? Ben bencilliğimin karşılığında muazzam bir hissizlikle karşı karşıyayım. Asla olmak istemediğim kadar hissizim. Ağlamıyorum istesem de ağlayamıyorum. Bu yüzden bu mecradan bu kadar uzak kaldım. Çünkü satırlarım mutsuzlukla harmanlanmış yoğun duygularla beslendi her zaman. Ne yapacağımı bilmiyorum. Sanırım hiç de bilmedim. Sırf üzülmemek, zarar görmemek adına kendimi bile kendimden uzaklaştırdım. Buradan ilk önce kendimden daha sonra ise kalbine dokunduğum kim varsa özür diliyorum bu bencilliğim yüzümden.
Hikayelerimdeki bütün karakterler aslında bencilliğimin mükemmel birer yansıması baktığınızda. Bir şeyler hissedebildiğim zamanlarda bile sanki sadece hisleri, duyguları olan benmişim gibi davranmışım. Hatam belki de bu. Kendi bencilliğimle o kadar meşgulmüşüm ki en ufak bir duygumu bile yaşadığımı belli etmemişim. Bunu kendimi korumak için yaptım. Üzülmemek, incinmemek, kırılmamak adına yaptım. Şimdi görüyorum ki kimseye karşı bir şey hissedemeyen, hissettiği anda yine koşup kendine sığınan birisini yaratmışım kendi elimle. Hadi ama o kadar da kalpsiz olmadım hiçbir zaman. Çoğunuzun derdini dinledim. Kalbinizde yanan ateşlere mümkün olduğunca su olmaya çalıştım. Başarmışımdır, başaramamışımdır. Onu ben bilemem. Ama kimsenin kalbimdeki ateşi söndürmesine izin vermedim. Güçlüydüm çünkü. Güçlü bir kız olmak zorundaydım. Ben her şeyi tek başıma halledebilirdim. Ağladım, zırladım ama hep tek başıma kalktım ayağa. Dizlerim parçalandı belki, düşe düşe daha çok kanattım belki kendimi. Ama kalktım. Kimse görmedi, kimse duymadı, kimse bilmedi. Bu yüzden bu bloga taa en başında Sessiz Çığlıklar Kumpanyası adını verdim. Kendi sessiz çığlıklarım tarafından istila altındaydım çünkü. Ve biliyordum bu sessiz çığlıklar sadece bana ait olamazdı. Bu sessiz çığlıkları sadece ben atmıyordum. Blog ismimin altında yatan derin anlam bu aslında. "Sessiz çığlıkları paylaşan, sessiz çığlıklar hakkında hemfikir olan insanlar". Sessiz Çığlıklarda çok büyük bir anlam aramayın n'olur. Yıllardır kimsenin duymadığı çığlıklarım işte. Göründüğüm gibi bir insan olamadığım için kendimden özür dilerim. Duygularımla ne zaman nerede vedalaştım bilmiyorum. Ama hayat duygularımı geri kazanmak uğruna vereceğim bir savaş içine girmek için çok kısa bunu biliyorum. Yazmaya üşendiğim için kalkıp günlüğüme yazmadım bu satırları. Günlüğümden kopan bir sayfanın yansıması olarak kabul edin bunu.
Zaten okuyan kim var hiç bilmiyorum. Bilsem de inanmıyorum. Bu sanal alemde herkes bir tıktan ibaret burada. Kendini, hayatını olmadığı gibi gösteren yüzlerce hatta milyonlarca insanın parmaklarının ucundan ibaret internet. Ben dahil.
Karşımdaki kimseye duygularımı geçiremedim. Karşımdaki kimse bana söz geçiremedi hayatım boyunca. Buna izin veremezdim, verseydim üzülürdüm diye düşündüm hep. Hayatım boyunca ne yapmak istediysem onu yaptım. Pişmanlıklarım var ama asla "iyi ki"lerimin önüne geçebilecek kadar çok değiller. Bu da benim minik zaferim olsun. Kazandığım onca mağlubiyetime karşılık.
Asla ince düşünen bir insan olmadım. Karşımdakinin hareketleri için nasıl kılı kırk yararak düşünmediysem kendim de asla bir hareketimin arkasında başka bir şey saklamadım.
Bu gecelik benden bu kadar.


Çığlıklarınızı bağıra çağıra atın. Sessiz çığlıkları kimse duymaz, kimse görmez.

15 Ağustos 2018 Çarşamba

Yan, Derdine Yan

"Kalbimde fay hattım
Ah benim hayatım
Ölçtüm, biçtim, tarttım
Hiçbir yere sığmıyor

Kimseyi kimseye zorlamadan
Gönlün ayarıyla oynamadan
Olsun dedim, olmadı
Sen ve ben yandık tümden
En çok zaman haklı"

Çok sevdiğim Adamlar'ın çok sevdiğim bir şarkısı. Buyurunuz dinlemek isterseniz ; buraya tıklamanız yeterli



Şimdi gelelim mevzulara. Hayatın hızına yetişemeyen herkes için gelsin bu yazım. 
Bir gün hayatınızı yakalamanızı dilerim. 

Bence kaybettikleri için manzaralı mezar alan herkes bencil. Ulan adam ölmüş ayda yılda bir gideceksin ziyaretine neyin tatavası bu? On numara bencillik örneği. 

Hadi kabul edelim hepimiz benciliz. Mutlu olmak için yaşıyoruz. Amacımız uğruna çatır çutur kırıyoruz yolumuza çıkan kalpleri. BEN DAHA MUTLU OLUCAAAMM, SKTR GİT BEN DAHA MUTLU OLUCAAAM. Ne yapıyorsunuz be abicim? Bak aynısını mutsuzlukta da yapıyorlar. BEN DAHA MUTSUZUUUUM, LO YÖRÜ GİT ACININ EN BABASI BENDE. Olduuu teşekkürleeer. Mümkünse önce kendi hayatınızı bir içinizde sindirin. Önce bir kendi hayatınızı yaşayın aa deliler. Bencillik de bir yere kadar. 

Kimsenin ne yaşadığını bilemeyiz elbet ama her şeye ağlayanlar dikkat çekmek için bekliyorlar. Biri bana "Noldu?" desin de incir çekirdeğini doldurmayan dertlerimi çığ yapıp anlatayım. Valla kimse sizi iplemiyor haberiniz olsun.

İnsan sarrafları... HEY YAVRUM BENİM BE. Aynen herkesi çözüyorsun bak bak yeteneğe bak. İnsanları tanıyın, gerek gözleyin gerek gidip tanışın. Ama elde ettiklerinizden karşınızdakinin güçsüz yönleriyle ilgili olanları onların aleyhine kullanmak sizi bir hiç kılar.

AY BEN YAZINCA ÇOK RAHATLIYORUM YA. Yapma ya :D Altı yedi senedir hiç bilmem rahatladığımı. Ulan aksine yazdıkça çığ gibi olmuş dertlerine bir de yazılı bakıyorsun. Daha da için şişiyor. 

İnsanların yüzüne söyleyemediği şeyleri arkasından atıp tutanlar sizi azıcık cesur olmaya davet ediyorum. Hadi arkasından sövdüklerinizin kaçının yüzüne tükürebiliyorsunuz görelim.

"Onu, bunu, şunu hiç unutamıyorum." Şu geçmişi bir bırakıp şimdiyi mi yaşasanız acaba? 

Herkesle manita olup herkesin arkasından aynı şekilde ağlayanlar... :D:D::ASADD:A:D

Aşkın peşine düşüp gerçek aşk diye dilenenler. Yahu valla hayatınıza yazık. Aşkı bir kere tattıysanız ne mutlu size. Ama istediğiniz insana aşık olmak gibi bir şey pek mümkün değil. "E ben şuna çok aşık olmuştum. Hadi şimdi de buna aşık olayım." Aşık olun, çok sevin, çok üzülün. Aşkı kovalamayın bekleyin o sizi bulsun. 

AY BEN ÇOK İNSAN SEÇERİM. Yazık zamanında nasıl canı yandıysa canını acıtabilecek insanları direkt eliyor. Mantıklı tabii ne dedik mutlu olmak için yaşıyoruz. Üzülmekten korkmayacak kadar cesur olabilmenizi dilerim.

Geldik en güzeline ; kendi hayatının hızına yetişemeyenler. Hayat sizin hayatınız, yavaşlatmak sizin elinizde bu kadar basit. 



Daha çok şey var yazılacak. Ama tadı kaçmasın ON ADIMDA HAYAT isimli kitabımda hepsini yazdım. Şaka şaka... Beni dinleyen, dinlese de anlayan kimse yok diye yazıyorum ben. Belki okuyan birileri satırlarımın içinde kendini bulur da yalnız değilmişim lan diye sevinir. Şimdilik böyle idare edelim. Güzel bir bilgisayarım olsun da uydurmaca, cıkss kelimelerle, cümlelerle süslenmiş hikayelerimden patlatırım. He unutmadan ne demiş Büyük Ev ; 

UMUTSUZLUĞA ALIŞMAYIN YATAĞA KÜS GİRMEYİN






4 Ağustos 2018 Cumartesi

Sarı Sokak Lambaları

Yalnızca düşünceleriniz yeteri kadar sessizse sigaranızın yanışını duyabilirsiniz.
İyi okumalar.

Elimde olsa dedi, elimde olsa bütün sokak lambalarının sarı yanmasını sağlardım. Bunu kendi kendine söylediğinde saat 05.08'di. Kendi kendine konuşmayı delilik olarak görmüyordu. Yıllardır kendisini dinleyen tek bir kişi bile çıkmamıştı ki. Yıllardır yalnızdı. Hayatına insanlar girmişti, insanlar çıkmıştı. Yeni dostlar kazanmış sağlam dostlarını tek kalemde silmişti. Ama yalnızdı işte. Hayatın gerçeklik pencerisinden baktığında önünde uzanan deniz kadar yalnızdı. Hiçbir zaman düşünceleriyle mücadelr etmeyi başaramamıştı. Hiçbir zaman kendisiyle mücadele etmeyi başaramamıştı.
Ayaklarının üzerinde durabiliyordu artık. Bu gücü kendinde buluyordu ama bu güç onu gerçekten güçlü mü kılıyordu yoksa gün geçtikçe onu daha zayıf mı düşürüyordu?
Yine böyle bir gecede yine düşüncelerinin içinden çıkamadığı minik kaosunun onu yalnız bırakmadığı bir gecede söylendi kendi kendine. Elimde olsa dedi, elimde olsa bütün sokak lambalarının sarı yanmasını sağlardım.
Sarı sokak lambalarının yağmurla uyumunu seviyordu. Sarı sokak lambalarıyla kanının daha güzel uyum sağlayacağını biliyordu. Sarı sokak lambalarının mutsuzluğuyla daha uyumlu olduğunu biliyordu.
Ne zamandır düşüyordu? Ne zamandır çıkamamıştı atladığı uçurumdan? Ne zaman atlamıştı o uçurumdan? Zavallılık mıydı bu çaresizliğin adı? Yoksa zavallılık olamayacak kadar acınası mıydı hali? Uyumayı ama gerçekten uyumayı ne zaman bırakmıştı? Mutlu olmaktan ne zaman vazgeçmişti? Bu düşünceler onun muydu onun muydu kurduğu bütün hayaller?
Düşüncelerini asla susturamıyordu. Başının çatladığı gecelerde alkole sığınmakla bulmuştu her zaman çareyi. Bu gece içmemişti. Evet bir damla bile içmemişti. Özel bir nedeni yoktu. Neler düşündüğünü bir bir hatırlamak istiyordu. 05.39' da evini terk edip küçük semtinin bütün sokaklarını teker teker dolaşmaya karar verdi. 05.41 de kapıdan çıkmıştı bile. Kimse onu görmeyecekti nasıl olsa görse bile bir hayaletten farkı yoktu artık insanların gözünde. Semtinin bütün sokaklarını gözü kapalı gezebilecek kadar uzun süredir burada yaşıyordu. Ama hayır kapatmayacaktı gözlerini. Yüzleşecekti bütün o kaçtığı anılarından. Geçmişiyle bu yüzden boğuşup duruyordu ya işte. Kaçmaktan. Hiçbir şeyin üstünü kapatmadan sadece kaçmıştı. Hiçbir sorununu çözmeden sadece kaçmıştı. Geçmişindem kaçarken hep kendine takılmıştı. Kalbindeki hendeklere takılmıştı ayağı. Biliyordu bütün bunlarla tek tek yüzleşmeden kapatamayacaktı geçmişini. Sigarasını yaktı. Düşüncelerinin hızına yetişmek için midir bilinmez yaktığı sigara sadece iki dakika hayatta kalabiliyordu. İşte oracıkta karşısında duruyordu ilk ağladığı sokak, işte oracıkta uzanıp gidiyordu ilk sigarasını içtiği cadde. Sanki daha dün yaşamıştı bütün geçmişini. Sanki daha dün olmuştu üzerinden seneler geçen bütün olaylar. Dün gibiydi içinde hissettiği umut ve dünkünden daha parlaktı artık zihni. Kalbini dinlemeyi bırakıp mantığını dinlemeye başlamıştı. Belki de orada kırmıştı mutluluk çemberini.
BİL-Mİ-YOR-DU.
Yolların, caddelerin, sokakların onu nereye çıkaracağını nasıl adı gibi biliyorsa bir o kadar da bilmiyordu zihninde yığılan soruların cevaplarını. Kaçamazdı artık ne kendinden ne düşüncelerinden. Köşeye sıkışmıştı. Keşke bir semtin sokakları kadar kolay olsaydı düşünceleri.
Tekrar evine gitti. Aynaya baktı. Kimsin sen?
Sahi ya kimdi?
Bu sorunun cevabını o dahil bilen kimse yoktu. Evinde biraz oyalandı. Yıllardır gerçekleştirmesi gerektiğini bildiği olayı gerçekleştirmek için çıktı bu kez evinden.
Elimde olsa dedi, elimde olsa bütün sokak lambalarının sarı yanmasını sağlardım. Kanı beyaz sokak lambasının altında parlarken karıştı  geceye. O geceye karıştığında çoktan güneş doğmuştu.


Kumpanyadaki kan kokusunu gözyaşlarınızda hissetmeniz dileğiyle hoşça kalın.